Edebiyat Dedikoduları…
Bana göre dedikodu; Kendimizden başka insanlar hakkında edindiğimiz bilgiler ya da kendimizce tespit ettiğimiz, bize göre, bizim bakış açımızla oluşturulmuş zannetme öykülerinin o bahsi geçen kişilere değil de, tanıdığı ya da tanımadığı fark etmeksizin başka insanlara iyi ya da kötü amaçlı duyurulması işlemidir.
TDK’ya göre; başkalarını çekiştirmek ve kınamak üzere yapılan konuşma, kov, gıybet, kılükaldır. Tanımından da anlaşılacağı üzere; dedikodu iyi niyetli bir faaliyet değildir. İnsan olarak dedikodu eğilimimiz kuvvetlidir ve herkes ne kadar da “Ben dedikodu yapmayı hiç sevmem,” dese bile bu faaliyetin bir kıyısında yer alır. Bu sebeple ben de “Masum Dedikodu” amacıyla “Edebiyat Dedikoduları Serisi” yazmaya karar verdim. Bu dedikodu serisi, hem kendi edebiyat ve kültürel geçmişimizden bilgiler edinmemizi sağlayacak hem de ustaları anarken saygımızı sevgimizi arttıracak.
Edebiyat dedikodularının ilk konuğu büyük usta Attila İlhan… Attilâ İlhan, Türk edebiyatının en ünlü, önemli şair, romancı, düşünür, deneme yazarı, gazeteci, senarist ve eleştirmenidir. Edebiyatın içinde yer aldığı her faaliyette çeşitli başarılara imza atmış bir üstattır. Aydın çalışmalarıyla Türk edebiyat ve düşünce dünyasına önemli katkıları olmuştur.
Aile yaşantısı, aşkları ve en çok da şiirleri ile akılda kalan güçlü kalemiyle yürekleri titreten bir adamdır. Birçok şiirini hayranlıkla okurum. “Ayrılık Sevdaya Dahil” , “Ben Sana Mecburum” şiirleir en sevdiklerim arasında. Birçok şarkının sözleri de yine ünlü üstadımızın kaleminden dökülen dizelerden oluşmuştur. Bu yazıyı okuduktan sonra şairimizin şiirlerini ve şarkı sözü olmuş dizelerini araştırmanızı tavsiye ederim. Birçok ünlü şarkıda izi vardır. Şaşıracaksınız.
Attila İlhan babası gibi büyük bir şair olmayı başarmıştır. Babası Bedri Bey, döneminin yenilikleri pek ciddiye almayan, aruzla şiirler yazan bir Divan şairiydi. Yaşadığı evde hep şiir kokusu hakimdi. Bu yüzden Attila, naif ve şiire düşkün bir çocuk olarak büyüdü.
Attila İlhan’a bir röportaj sırasında kendisi gibi edebiyat duayeni babasını taklit edip etmediği sorulduğunda, muhabir cevabı karşısında şaşırmıştır. “Babamın öğretileriyle edebiyat yapmayı denedim ama benim taklit ettiğim asıl edebiyat babası Nazım’dır,” der. Nazım’ı taklit ederek 150 şiir yazdıktan sonra kendi dilini bulduğunu itiraf eder hatta İzmir Atatürk Lisesinde okurken sevdiği kıza Nazım Hikmet’in şiirini yazar ve kızın defterinin arasına koyar. Kızın defterinin arasına saklanmış şiir tesadüfen yakalanınca 1941 yılında 16 yaşındayken tutuklanır ve Türkiye’de okuması 3 seneliğine de olsa yasaklanır.
Mesele gönül işlerine gelince de, yine bir röportajında muhabir kendisine “Benim için şiir yaz, diyen bir kadın olmadı mı?” diye sorar. İlhan’ın yine beklenmedik net cevaplarıyla muhabri şaşırtmayı başarır. “Olmaz mı? Hatta şöhret olunca tanışan tüm kadınlar kendilerinden bir şiir çıkacak zannetmeye başlamıştı. Oysa benim şiir yazdığım kadınların çoğu imkânsız aşklardan çıkan, yarıda kalmış aşkların kahramanıydı,” der. Sanırım bu röportajı okuyan bir kadı hariç, tüm aşk kadınları üzülmüştür. Attila İlhan’ın imkansız ve yarım kalan büyük aşkı; Maria Missakian kokulu şiirleri hepimiz biliriz.
Maria Missakian’a…
Yüksekkaldırım’da bir akşam
Maria Missakian’i düşündüm…
Eğer kendimi bıraksam,
Yağmur olabilirdim yağardım.
Kasım’da bir çınar olurdum,
Yaprak yaprak dökülürdüm.
Kalbimi sıkı tutmasam…
Döküp saçıp boşaltsam,
İçimde yükselen şiiri…
Kaldırımlara döküp harcasam
Gözleri balıkçıl gözleri,
Dudaklarında tutup rüzgarı,
Maria Missakian adında biri,
Gelse göğsüne kapansam…
Gece gölgesine sokulsam,
Gökyüzünde bulutlar büyüseler,
Yağmuru dinlesem anlatsam…
Şimşekler kırılıp dökülseler,
Bizi sokaklarda bıraksalar,
Leylekler üşüyüp gitseler,
Dönüp arkalarına bakmadan…
Yine akşam oldu Attilâ İlhan,
Üstelik yalnızsın sonbaharın yabancısı…
Belki Paris’te Maria Missakian
Avuçlarında bir çarmıh acısı…
Gizlice bir sefalet gecesi,
Çocuğunu boğarmış gibi boğup Paris’i,
Sana kaçmayı tasarlar her akşam…
Maria Missakian: “Onunla en imkânsızı aşkı yaşadık,”dediği gönlünün kraliçesiydi. Attilâ İlhan o sıralar Paris’tedir. Genellikle yazarların takıldığı bir kahvede yeni kitabı üzerinde çalışmaktadır. Başını kaldırdığında, “Piyano siyahı saçları omuzlarına dağılan, seyrek ve dağınık kaşlı, kıvırcık kirpikli, hafif çekik lacivert gözleri hülyalı, karanlık saçlarında mıknatıslı mavi çakıntılar, neredeyse saydam beyaz bir ten,” şeklinde tarif ettiği bir kız yanına gelir.
“Siz Türk müsünüz?” diye, ani bir soru sorar. Sonrasında ailesinin Türkiye’den göçmüş bir Ermeni olduğunu söyler. İşte böylece tarihin gördüğü en imkânsız aşklardan biri alev almıştır bile. Maria çok yoksuldur, Attilâ beş parasız. Attilâ İlhan, Nazım Hikmet’i Kurtarma Hareketi’nde bir sosyalist, Maria ise bir silah dükkânında tezgâhtardır. Birisi Ermeni, diğeri Türk’tür ancak yine de birbirlerine aşık olan ikilinin ilişkisi iyice derinleşecektir.
Attilâ İlhan, Maria’nın çalıştığı yere yakın bir kahvede çalışmaya başlar. Artık Maria her öğle arasında sandviçiyle yanındadır. Sinemalarda, kahvelerde ve sokaklarda iyice büyüyen ilişki, Attilâ’nın Türkiye’ye dönmesi gerektiği için yara alır. Maria ise Londra’da bir iş bulup oraya gider. Attilâ onu Türkiye’ye getirtmek için her yolu dener ancak acımasız bürokrasi buna izin vermez. Maria’nın ailesi Osmanlı’dan izinsiz kaçan siyasi mülteci oldukları için pasaport alamaz ve Türkiye’ye giriş yapamaz. Böylece destansı aşk, sonsuzluğa hapsedilir.
Yıllar sonra Attilâ İlhan’ın abisi Maria’yı arayıp bulur; onunla konuşur. Sonrasında ülkeye dönen abisi, doğruca Attilâ’nın yanına gelir ona Mria’dan selam getirir.
“Maria’nın selamı var. Hayırsız bir müzisyenle evli, iki de çocuğu olmuş, biraz fazlaca içiyor. Seni konuşurken gizlice ağladı,” der. Bunun üzerine Attilâ İlhan, “Yağmur Kaçağı” şiir kitabının içindeki Maria Missakian sayfasını imzalayıp ona gönderir.
Maria ve Attila aşkı bana bu satırları yazdırdı;
“Ateş ediyorsun sevgilim. Ben de kalan anılarınla her gece senden olma saatlerde ateş ediyorsun. Delip geçiyor yokluğun, canım yanıyor. Yaralarımın kabukları her gece aynı saatte kalkıyor yüreğimin üzerinden ve yeniden kanıyor yaralarım. Yine batıyor fotoğraftaki gülüşlerinden olma, veda sözlerinden doğma cümlelerin. Şimdi hangi başı şereflendiriyor göğsün, hangi saçlarda dolaşıyor şefkat kokan ellerin, kimin dudağına aşk akıtıyorsun bilmem ama tek bir dileğim var senden. Gözlerinde kimseye aşk kalmayınca bana gel. Biliyorum aşkın tükenince eksik kalacaksın. Sen gel, ben seni yeniden tamamlarım. Senin bana bahşettiğin yokluğundan ben her gün umut doğuruyorum. He bir de sen giderken sevmiyormuş, ölmüyormuş gibi susmuştum ya, sen onu sitemden say. Bil ki, ben sensiz yaşamıyorum.”